Engin Ardıç, Jorge Semprun öldüğünde, o günkü yazısında, ustalarından saydığı yazar için Pazar günü yazacağını söylemişti. Günlerden Çarşambaydı sanırım. Yazıyı duyurduktan birkaç gün sonra Hasan Bülent Kahraman Jorge Semprun hakkında yazdı, Engin Ardıç'ın duyurduğu Pazar gününden birkaç gün önce.
Sonrasında da Engin Ardıç yazacağını söylediği yazıyı üç ay geçmesine rağmen yazmadı.
Ben de birkaç hafta önce "Yorgo Hacıdimitriadis'in Aşkale-Erzurum Günlüğü" kitabı hakkında bir yazı yazacağımı söylemiştim. Bunu yazdıktan sonra Engin Ardıç bu kitap hakkında iki yazı yazdı. O iki yazıyı okuduktan sonra daha ne yazabilirim ki diye düşündüm, hatta Engin Ardıç da benim gibi mi hissetmiştir diye de aklımdan geçirdim.
Dedem ellili yıllarda Trakya köylerinde süt ticareti yaparken Yahudi bir dostunun yönlendirmesiyle yedek parça dükkanı açmış. O zamanlar gelişmekte olan ve çok fazla kişinin girmeye cesaret etmediği bir işe kalkışarak da oldukça başarılı olmuş. Dayım ve torunu maalesef aynı vizyonu gösteremedikleri için de dedemin kurduğu şekliyle, hiçbir değişiklik olmadan aynı dükkan aynı yerinde duruyor.
Bu Yahudi dostun vizyonu, ileri görüşlülüğü ailemizde minnetle anıldığı için Yahudiler özelinde azınlıklara karşı bende özel bir ilgi ve merak oluştu.
Ayrıca annem de arada sırada Kaleiçi'ndeki okulunda okuttuğu Yahudi öğrencilerden bahsederdi.
Eh büyüyüp kafam da biraz çalışmaya başlayınca neden Trakya topraklarında ailemin sıklıkla bahsettiği bu insanlar kalmamış diye sormaya başladım. Algıda seçicilik de oluştu, azınlıklarla ilgili birşey gördüğümde okumaya çalıştım.
Dedemin yaşı yetmediği, ben yedi yaşındayken öldüğü için ve dayımla da ilişkimiz yıllar önce koptuğundan dolayı 1943 yılında Trakya'daki durumu en azından bizim aile açısından sorup öğrenemedim.
Dedem yaşasa, hiç Aşkale'ye gönderilen Yahudi bir dostu olup olmadığını, eşyalarının haraç mezat nasıl satıldığını, Aşkale'ye giden dostlarının geride kalan ailelerine yardım edip etmediklerini öğrenirdim.
Yorgo Hacıdimitriadis altmış yaşındaymış Aşkale'ye yollanırken. Haydarpaşa'dan, kımıldayacak yer olmayan bir vagonda tam üç gün yolculuk yapıp ulaşmışlar Aşkale'nin Çiçekli istasyonuna.
Borcunu ödeyebilmek için kar kürümüş. Varlık Vergisi borcu 138.000 liraymış. Galata, Fermeneciler Caddesi, 113 numaradaki dükkanı 504 lira, Eminönü, Tuğcular Sokak 12 numaradaki dükkanı 360 lira, Kadıköy Cafer Ağa Mahallesi, Hacı Sükrü Sokak 18-20 numarada bulunan evi de 4.400 lira muhammen bedel ile müzayedeye konulmuş ve satılmış.
Aşkale'ye gidenler arasında hiç Türk yokmuş.
Aşkale'ye gidenlerin, geride bıraktıkları ailelerinin, borcunu binbir zorlukla ödeyen gayrimüslimlerin nasıl bir travma yaşadıklarını hayal edebiliyor musunuz?
İshak Alaton'un babası Hayim Alaton da ödeyemedeği 64.000 lira Varlık Vergisi borcu yüzünden Aşkale'ye yollanmış. Oradan yıkılmış bir insan olarak dönen Hayim Bey'i o günlerde 15 yaşında olan oğlu şöyle anlatmış:
"Aşkale'den dönünce sıfırlanmış olduğunu görüyor. Çünkü eşyası olmayan bir apartmana dönüyor. Bir miktar eşyayı sonra aldık. Alanlardan tekrar satın aldık. Annemin bir kemanı vardı. Kemanına çok önem veriyordu. Müzehher Hanım diye, Türk bir hanım komşumuz vardı. Ona teslim etmişti. Bu fırtına geçtikten sonra geri aldık. Belki, üç-beş eşyasını da geri aldık.
Beni asıl rahatsız eden yönü şu: Bir felaket gelmiş 41 yaşında, 70'e kadar vaktin var. Yeniden başla. Başlayamadı! Çünkü hazmedemedi, anlayamadı, affedemedi. İhanet kelimesini ben ondan duydum. 'Devlet bana ihanet etti, ben ne yapabilirim' dedi"
Bütün bunlar olurken CHP hükümeti işbaşındaydı ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu'ydu.
Eğer dedem yaşasaydı, çok partili ilk seçimde oyunu CHP'ye mi yoksa Demokrat Parti'ye mi vermiştin diye sorardım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder