U1 metro hattının en sonundaki Reumannplatz durağında indim. Yürüyen merdiven ağır ağır çıkarken, güneşle beraber Türkçe diyaloglar karşılıyor beni Viyana'da. Karşımda uzanan Favoriten değil de İstiklal Caddesi sanki...
Otelimin sokağını kestirmeye çalışırken dört bir yanımda bir Türk çarpıyor yüzüme. Birinden yardım istiyorum. Bu mahalleden değilmiş, yardımcı olamıyor. Biraz ötede treninin gelmesini bekleyen yirmi yaşlarındaki bir çocuk yetişiyor yardımıma. Bu mahallede yaşıyormuş ama otelimin bulunduğu sokağı hiç duymamış. Akıllı telefonundan adresi kontrol edip, yardımcı olamamanın mahcubiyetiyle daha da hırslanıyor. Telefonunda adresi buluyor ama yerini kestiremiyor. Bir önüne bir arkasına bakıyor. Telefonunu bulunduğu konuma göre ayarlamaya çalışıyor. Sonra otelin yerinden emin olduktan sonra beni yönlendiriyor. İşe yaramış olmanın tebessümü beliriyor yüzünde.
Tarif ettiği yöne doğru ilerliyorum. Yollar yolları kesip, 'İstiklal Caddesi'ni' arkamda bırakıp yol aldıkça, içime bir kuşku düşüyor. Tekrar, telefonumda kayıtlı haritadan otelin yerine bakıp yanlış yöne gittiğimi farkediyorum. Elimdeki valiz daha da ağırlaşıyor...
Nihayet bulabiliyorum otelimin sokağını. 10 numaralı binayı bulmak kalıyor sadece. İşimi şansa bırakmamak için, terzi dükkanının önünde, Uzakdoğulu bir kıza adres tarifi yapan Viyanalı bir kadına yöneliyorum. Adresi duyar duymaz Uzakdoğulu kız, o otelde kaldığını söylüyor ve hemen yanımızdaki binaya, o önde ben arkada giriyoruz.
Resepsiyonist yerinde değilmiş ve kapıya bir saat sonra döneceğini haber veren bir not bırakmış. Uzakdoğulu kızla durum değerlendirmesi yaparken, binanın yukarı katlarından, elli yaşlarında, esmer, hafif kır saçlı bir erkek iniyor. Bozuk İngilizcesiyle o da resepsiyonisti soruyor. Uzakdoğulu kız bütün çevikliğiyle adamı yanıtlıyor. Sonra adamın konuşmasına fırsat tanımadan, tiyatroya yetişmek zorunda olduğunu söyleyip bizden ayrılıyor.
Adamla yalnız kalıyoruz. Viyana'da değil, İstanbul'da karşılaşsak Hemen Türkçe konuşmaya başlardık diye düşünüyorum. Yüzü, mimikleri bizim toprağın insanlarına o kadar çok benziyor ki....
Nerelisin diye soruyorum. İranlıyım diyor. Viyana'da Türk mahallesinde bir otel ayarlayıp, odama çıkamadığım için bir İranlı'yla muhabbet etmek zorunda kaldığım için garipsiyorum kendimi.
Oğlu Amerika'daymış. 4 ay önce gelmiş Viyana'ya. Amerika vizesinin çıkmasını bekliyormuş. Benim kaldığım otelde daimi müşteriymiş ve aylık altıyüz euro kira parası ödüyormuş. Viyanalı insanların sözünü sadık bulmuyormuş. Resepsiyoniste kira bedelini ödeyeceği halde söz verdiği saatte yerinde bulamamasından yakınıyor.
Sanki uzun zaman sonra ilk kez biriyle konuşuyormuş gibi anlattıkça anlatıyor, lafının sonu hiç gelmeyecekmiş gibi konuşuyor. Çok yorgunum, bir an önce odama çıkıp duş almak istiyorum ama kahrolası resepsiyonist bütün planlarımı mahvediyor. Oğlunun yanına gitmek için yabancı bir ülkede vizesinin çıkmasını bekleyen yapayalnız bir adamla konuşmak zorunda kalıyorum.
Bir yalan uydurup market bulmam gerektiğini söylüyorum. Çantamı yanıma almıyorum, resepsiyonun kapısının önüne bırakıyorum. Bana güvenme diyor arkamdan yaşlı adam, buralar pek tekin değil...
O kadar sıkılmm ki, adamın sözüne kulak asmadan, çantayı öylece bırakıp Reumannplatz'a doğru fırlıyorum. Yarım saat oyalanmak için bir Tabak'tan bira alıp, gelip geçene bakarak içiyorum.
Geri döndüğümde resepsiyonun kapısı hala kapalı ama çantam kapının önüne kaybolmuş. Kan beynime sıçrıyor. Türk mahallesinde otel ayarlayıp İranlı adamdan çekinmediğim için kendime sinirleniyorum. Durduk yere çantamı çaldırıp, işsiz güçsüz, Viyana'da ne iş yaptığı belli olmayan bir adamın varlığından hiç rahatsız olmadan çantamı gelişi güzel bıraktığım için kendime saydırıyorum.
Çaresiz bina içerisinden bir ileri bir geri giderken, yine yukarıdan ayak sesleri işitiyorum.
Esmer, kısa boylu bir kadın iniyor merdivenlerden. Yüzüme gülümseyerek bakıp cebinden anahtarlığını çıkarıyor. Resepsiyonun kapısını açıp içeri giriyor. Almanca İngilizce karışımı, odamın on üç numara olduğunu söylüyor. Çoktan valizimi odama taşımış bile...
Yüz yaşından haylice geçkin binanın merdivenlerinden çıkarken, Viyana'da yapayalnız, umudu için yaşayan İranlı adam hakkında düşündüklerimden utanıyorum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder