Londra'nın Oxford Caddesi'ne Tottenham Court Road tarafından girerseniz, bir kaç adım ötede, caddenin sağ tarafında, Virgin Megastore mağazasını görürsünüz. Görürdünüz demem gerekiyor çünkü o dükkanın adı Zavvi olmuş. Hayat tüm hızıyla akıp geçerken herşey değişiyor, mahallemin köşesindeki ciğerci de kapatmış, çok yakında 'çiğ köfteci' oluyormuş.
Tabela değişmiş ama Zavvi de Virgin gibi, kitap, dvd, cd ve çeşitli elektronik aletler satıyor. Film arşivimin çoğunluğunu bu mağazaya borçluyum. "Üç al iki öde", "beş al üç öde" kampanyalarıyla, bu satırların yazarının Londra'dan tam takır dönmesine sebep olmuştu. Saat beşte paydos mu dedin, atla elli beş numaralı otobüse, çok değil, on dakika sonra mağazanın kapısındasın.
Caddenin bir ucundan başlayıp, elde torbalar birikmeye başlayıp, ayaklarına da kara sular inince, otur bir kafeye, elinde kahve, gelip geçeni seyret. Yol boyunca, iki katlı otobüsler, siyah Londra taksileri ve dünyanın dört bir yanından kopup gelmiş insan kalabalıkları...
Sokağın bu canlı hali ve kendini gerçekten bir şehirde yaşadığını hissetmen, hayatın tüm çeşitliliğine tanık olman nedeniyle alışveriş merkezlerinin hapishane ortamını oldum olası sevmedim.
Virgin Megastore, geçtiğimiz aylarda İstanbul'daki ilk mağazasını açtı. İlk dedim ama devamı gelecek mi bir fikrim yok.
Maalesef bu mağaza Oxford Caddesi'ndeki gibi yol üzerinde değil, bir alışveriş merkezinin üçüncü katında. İnsan cadde boyunca dükkanı görmeyince, bir süre sonra varlığını da unutuyor. İstiklal Caddesi'nden kitap veya dvd alışverişi yapacaksam başka dükkanları tercih ediyorum, çünkü aklıma gelmiyor.
Geçtiğimiz aylarda, nedendir bilmem, dükkanın varlığını hatırladım, hem zaman öldürmek hem de Londra günlerimi yad etmek için uğradım.
Müzik bölümünde vakit geçirirken, satış görevlisi, elimdeki Oi Va Voi'nin "travelling the face of the globe" albümünü farketmiş olmalı, yanıma geldi. Elindeki Brazzaville'in "in İstanbul" albümünü göstererek, ilgimi çekebileceğini söyledi. Bunu o kadar samimi söylemişti ki 'hedefsel kaygıları' olmadığı belliydi. Albümü mağazanın bilgisayarında dinleyebileceğimi teklif etti. Teklifini kabul edip birkaç şarkısını dinledim. İşini gerçekten severek yapan ve bundan mutlu olan çok az insan olduğunu düşünüp, albümü onun şerefine satın aldım.
O gün bugündür keyifle dinliyorum. Geçen akşam, 9 Aralık'ta İstanbul'da verecekleri konser için arkadaşlarımı konsere gelmeleri için ikna ediyordum. Müzik kalitelerinin yanı sıra, bana grubun memleketini de sordular.
Onlar sorunca farkettim ki hiç merak edip bakmamışım. Britanya diye sallamıştım masada ama Los Angeles'mış.
Ne fark eder ki? David Arthur Brown benim için çalacak ve o gece benim için çok özel olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder