Soğuk bir kış gününün öğleden sonrasında, caminin avlusunda tabutu duruyor. Onunla geçirdiğim zamanları düşündüm, belleğimde onunla ilgili sıcak, samimi bir hatıra yok. Bu topraklarda "obituary" geleneği olmadığı, ölenin arkasından da "iyi konuşulmak" zorunda olduğu için, bir ölümün ardından gerçekleri konuşmak cesaret mi ister?
Yirmi yıl boyunca, bayram tatillerini hesaba katarsak, en azından yılda iki kere bir araya geldik. Çok sinirlendiğim veya tebessüm ettiğim bir anı hatırlamıyorum.
Bana hep mesafeli yaklaşırdı. Canım istediğimde arayıp, abuk subuk konuşamazdım, dalga geçemezdim, şaka yapamazdım.
Hayatın ekşittiği insanlardandı. Arzuladığı şeyleri tam yapamamış, hayattan beklentilerini dilediği gibi gerçekleştirememişti. Bir şey anlatırken gözümün içine bakmazdı. Beni dinlermiş gibi yapar, aslında, anlattıklarımla hiç ilgilenmediği izlenimini uyandırırdı. Hayatta her sorunla daha önce muhakkak karşılaşmış, hepsinde en doğru kararı vererek üstesinden gelmeyi başarmıştı. Duruşu, ses tonu, hatasız bir insan izlenimi vermek için biçimlendirilmişti sanki.
Gönlümce dokunamadığım, "içten" sarılamadığım cansız bedeni musalla taşının üzerinde yatıyor.
Cenaze namazı kılınacak, tabut omuzlarda dolaşarak cami avlusundan dışarı çıkartılacak.
Caminin çıkışında, New Orleans'tan gelmiş 'brass band' bekliyor olacak. Simsiyah gözlükleri, takım elbiseleri, parlatılmış siyah ayakkabıları... Trakya soğuğuna rağmen siyah takım elbiselerini giyinmiş olacaklar. Ellerinde de davul, saksafon, trambon, trompet...
"Just a closer walk with Thee" çalmaya başlayacaklar, mezarlığa doğru yol alır almaz. Camiden dağılan kalabalık peşlerine takılacak. Kasabanın ana caddesinden geçerken, esnafın meraklı bakışları, New Orleans'tan gelen bu "karanlık" adamları anlamlandırmaya çalışacak.
Mezarlığa "When the Saints go marching in" ile girilecek. Adımlar yavaşlayacak, hıçkırık sesleri artmaya başlayacak.
Mezarın başına ulaşınca müzik susacak. Toprağa verilirken, hocanın duası yankılanacak. Dua biter bitmez, ince bir hıçkırık sesi havaya karışacak. Arkasından klarnetin sesi, sonrasında da "Didn't he ramble" çalmaya başlayacak.
Dönüş yolları hep hüzünlü olur. Kaybettiğin, geride bıraktığın, bir daha geri getiremeyeceğin şeyler, pişmanlıklar eve doğru yol alırken aklından geçer. "Bir daha keşke demeyeceğim" demenin çaresizliğiyle bitmeyen bir dönüş yolu...
Rakı içerken ne dinlerdin, caz sever miydin bilmiyorum. Ama iki gündür, senin için, beynimde hep bunlar çalıyor. Toprağın bol olsun.
Paylasım için teşekkürler :)
YanıtlaSil