Londra’ya yolunuz düştüğünde mutlaka ama mutlaka gitmeniz gereken bir yerdir Charing Cross Caddesi. Metroyla central line üzerinden Tottenham Court Road istasyonunda inin. Gökyüzünü gördüğünüz anda solunuza New Oxford Caddesi’ni, sağınıza Oxford Caddesi’ni ve arkanıza Tothenham Court Yolu’nu alıp yürümeye başlayın. Eh tabiki Charing Cross Caddesi’ndesiniz.
Eğer bir kitap kurduysanız belki de dünyanın en şanslı insanlarından birisiniz. Çünkü sağlı sollu bir çok kitapçı göreceksiniz. Crime fiction tarzı hastaları için numara 73’de Murder One kitapçısını tavsiye ederim. Haliyle adından anlaşılacağı üzere sadece crime fiction kitapları satan bir kitapçı. Ben James Ellroy’un kitaplarını buradan almıştım. Tabi bununla sınırlamayın kendinizi. Patricia Highsmith, Patricia Cornwell paranız yettiğince alın işte.
Ama benim gibi Londra’da fakir bir öğrenciyseniz hemen karşı kaldırıma geçin ve 56 numaradaki Barbour ikinci el kitap dükkanına atın kapağı. Eğer şanslı bir gününüzdeyseniz kitapçının önündeki rafta bir pounda inanılmaz kitaplar bulabilirsiniz. Tabi kendinizi rafla sınırlandırmak zorunda değilsiniz. İçeride spordan, tarihe, müzikten, biyografiye kadar çok uygun fiyatlarda kitaplar mevcut. Charing Cross böyle bir cadde işte. Borders, Blacksmith gibi bir çok şubesi olan kitapçılar yanında, Borbour gibi gayet mütevazı kitapçılar da var. Evet onlarca.
Karşı kaldırıma geçip aşağıya doğru yürümeye devam edin. Leicester Square Metro istasyonunun hemen yanından sağa döndüğünüzde Leicester Meydanı’na ulaşırsınız. Oraya gitmeden bir soluklanın. Büyük ihtimalle kitaplara bakmaktan karnınız da acıkmıştır. Hemen karşınızda yanyana sıralanmış İtalyan restoranları göreceksiniz. Bunların sahipleri İtalyan ama zaman içinde evrilerek kebap yapmaya da başlamışlar. Bunlardan birinden-ki ben en baştakini tavsiye ederim- bir pounda bir dilim pizza alabilirsiniz. Size küçük bir tavsiyem olacak. Biraz uzaktan restoranı gözlemleyin. Eğer pizzayı fırından yeni çıkartıyorsa koşarak bir tane kapın. Yoksa mikrodalgada ısıtılmış pizza yemek zorunda kalırsınız.
Charing Cross Caddesi’ne geri dönelim. Bu yol sizi Trafalgar Meydanı’na ulaştırır. Bu meydanı seyre dalmış National Gallery sizi Van Gogh’un, Rembrand’ın, Monet’nin, Leonardo Da Vinci’nin ve nice ressamın eserleriyle misafir etmeye hazır. Size burada iki tablo ismi vereceğim. Londra’ya ilk geldiğimde benim yalnızlığımı paylaşmışlardı. 45 numaralı odada Van Gogh’un ünlü iki tablosu. Sandalye ve ayçiçekleri. Benim gibi resimden anlamayan düz bir adamı bile uçuran iki tablo.
Müzeden çıktığınızda bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur başlamış olabilir. Londra havası böyledir. Sabah güneşle uyanıp, kahvaltıyı yağmurla edebilir, öğle tatilinde Hyde Park’ta güneşlenebilirsiniz. Eğer yağmura yakalandıysanız, Leicester Meydanı’nda Avrupa’nın en büyük salonuna sahip Odeon’a kaçabilirsiniz ya da vizyon dışı filmleri oldukça uygun fiyata gösteren Prens Charles Sineması’na.
Akşam yemeğini Newport Court Caddesi’nde yiyebilirsiniz. Bu cadde China Town’u Charing Cross Caddesi’ne bağlar. Leicester Meydanı’nın hemen arkasındadır. Benim favori mekanım Fook Sing Çin Restoranı. Dört pounda pilav üstü köri soslu ördek yiyebilir ve yanında kola içebilirsiniz. Menüsü oldukça zengin. Bu fiyata inanılmaz bir ziyafet çekeceğinizin garantisini veririm.
Gününüzü erkenden yatarak noktalamayacaksınız sanırım. O zaman geziye başladığımız noktaya, Tottenham Court Road istasyonuna dönelim. Oxford Caddesi’nde yürümeye başlayın. Çok uzakta değil numara 19’da Metro Club var. Hayır burayı kar beyazı tenli, fırfır etekli, fileli çoraplı, babetli kızları için değil, müzikleri için tercih ediyorum. İyi bir rock dinleyicisiyim ve evet biliyorum rock ve club oksimoron ama ne yapabilirim bu da Londra gerçeği.
Evet bu yalnızca bir günlük bir Londra turuydu. Kafama eserse daha başka taraflarını da anlatırım. Yazımı sahibini hatırlayamadığım bir sözle noktalayım:
“Londra’yı sevmeyen, hayatı sevemez”
Not: 1 Kasım 2004 tarihinde Hürriyet'in internet dergisi Agora'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder