17 Ocak 2010 Pazar

Engin Ardıç Cadde-i Kebir’de


Üstat 16 Aralık’ta İstiklal Caddesi’ndeki Yunan Konsolosluğu’nda ‘Rembetiko Müziğinin Kökleri ve Dönemleri’ isimli bir sunum yapmış. Anadolu’dan kopup gelen, geride bıraktıkları topraklarına, evlerine duydukları özlemi Pire Limanı’nda sefalet içinde Rembetiko’yla dillendiren mubadillerin hüzünlü öyküsünü 150 kişi dinlemiş. Ne bir tanıtımını gördüm ne de haberini okudum. Ben o şanslı 150 kişiden biri değildim maalesef.

Üstadı ilk kez dünya gözüyle görüp sahaflardan zorlukla bulduğum kitaplarını imzalatmak fena mı olurdu? Ya da on sekiz sene sonra geldiği Cadde-i Kebir’de neler hissettiğini, Mekteb-i Sultaniye’nin parmaklıklarına bu sefer diğer taraftan bakmanın tarifsiz hüznünü sormak isterdim.

Üstat’la Çiçek Pasajı’nda sarhoş kokusuyla iki kadeh rakı içer , Flamenko konuşur, Bab-ı Ali dedikodusu öğrenir, eğer yanında Sedef Yengem yoksa çapkınlılarını dinler ve cahilliğim yüzünden paparasını yerdim.

Bununla ilgili nasıl olur da bir haber, reklam olmaz, vardı da ben mi yakalayamadım?

Yoksa ben de bu sunumla ilgili herhangi bir duyuru veya haber yapmadıkları için Sabah Gazatesi’ni ve Yunan Konsolosluğu’nu protesto mu edeyim? Geçen gün Öğrenci Kolektifleri üyeleri kendilerine Diplomalı Eşekler dediği için Sabah Gazetesi önünde Engin Ardıç’ı protesto etmişler ve içinde marul, yumurta ve patlıcan olan sepeti binanın güvenlik görevlisine teslim etmişler.

Benim hazırlayacağım sepette Londra’nın Paris’ten daha iyi bir şehir olduğunu anlatan kitaplar, adab-ı muaşeret ile ilgili yazılar, zayıflama rehberleri ve Ferhan Şensoy’un resmi olurdu.

Neler diyorum, koskoca Engin Ardıç bizi mi sallayacak yani?

Ben de bir mubadil torunu olarak bir Rembetiko’yla yazımı noktalayım.

BEN BİR MÜBADİLİM
Ben bir mübadilim, haykırıyorum
Beni İzmir’den kovdular
Ağlar dururum
İçer çekerim
Cafe Aman’da, ah yandım aman

Taksim çalarken kendimden geçerim
Evimi hatırlar eririm
Bazen zengin, bazen züğürdüm
Udumu düşkünlükle çalarım
Cafe Aman’da, ah yandım aman

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder