30 Ekim 2011 Pazar

Blog ödülü goes to...

Konu güncelliğini yitirdi ama olsun ziyanı yok bir kaç kişinin ilgisini çekebilirim belki. Bu sene Nobel Edebiyat ödülünü İsveçli şair Tomas Tranströmer kazandı. Kendisinin İzmir ile ilgili  bir şiiri de varmış ama merak edip araştırmadım bile.

Bahis şirketlerinin Tomas Tranströmer ile Hariku Murakami'ye aynı oranda şans verdiklerini görmüştüm. Hatta birkaç yazıda da Hariku Murakami gibi büyük bir yazar dururken ödülün İsveçli şaire verilmesinin, bu ödülün her zaman olduğu gibi siyasal, konjonktürel ve taraflı verildiğinin kanıtı olduğuna dair eleştiriler okudum.

Geçtiğimiz haftalarda Guardian'da Haruki Murakami ile yapılmış bir röportaj yayınlandı. Bunu takiben yazar, geçtiğimiz Pazar günü New York Times'ın pazar ekinin kapağındaydı. Peşi sıra bunlarla karşılaşınca yazarla ilgili bazı şeyleri kaçırdığımı farkettim.

Yazarın İngilizce konuşan medyada gündemde olmasının nedeni bu ay içinde 1Q84 ismindeki bin sayfalık tuğla kalınlığındaki kitabının İngilizce olarak yayınlanmış olması. Kitap Japonya'da 2009 yılında üç bölüm olarak yayınlanmış ve ilk ayında bir milyon adet satmış.

Guardian ve New York Times'taki röportajlarını okuyup, hayatı hakkında biraz bilgi sahibi oldukça Murakami'yi kendime çok yakın hissettim.

Yazar olabileceği, daha doğru bir ifadeyle bir roman yazabileceğini  beyzbol stadyumunda oturmuş bira içip maç seyrederken ansızın fark etmiş. Dave Hilton bir vuruş yapmış, top havada süzülürken bir "epiphany" çarpmış Murakami'yi. Ossaat bir roman yazabileceğini hissetmiş. 1979 yılında da ilk romanı 'Kaze no ota vo kike'yi yayınlamış.

1949 yılında Kyoto'da doğan yazarın çocukluğunun büyük kısmı Kobe'de geçmiş. Amerikan kültürünün etkisiyle dedektiflik romanları okuyarak ve caz dinleyerek yetişmiş. Ailesinin istememesine rağmen erken yaşta evlenmiş ve banka kredisiyle Tokyo'da 'Peter Cat' adında bir caz klübü açmış. On yıl boyunca da müzik dinleyerek, sandviç yaparak, kokteyl karıştırarak geçirmiş vaktini.

Sırada okunmayı bekleyen onlarca kitap olmasına rağmen yazarın en bilinen romanlarından olan 'İmkansızın şarkısı' kitabını alıp, diğer kitaplara haksızlık yaparak ön sıralara koyacağım.

Murakami Nobel ödülü kazanamamış olabilir ama şimdiden benim gönlümü kazanmıştır.

Blog ödülleri yarışmasında (yanda banner olarak gördüğünüz yarışma), henüz yarışanlar listesine katılımım için moderasyon onayını göndermeyen yetkililere de Murakami örneğini hatırlatmak isterim.



26 Ekim 2011 Çarşamba

Ciğerlerimi güncelliyorum

Tam sekiz gündür içmiyorum. Çok değil, hepi topu on üç yıl olmuş bu merete başlayalı ama hiç bu kadar uzun süren bırakma girişimim olmamıştı.

Londra'da en sefil zamanlarımda bile aklımdan geçirmemiştim bırakmayı. Arkadaşınız gibidir sigara, pub'ta tek başınıza oturmuş bira içerken size eşlik eder ya da elinizde kahve, deli divane sokaklarda dolanırken.

Dört sene öncesinin Londra'sında 'convenience store'larda beş sterline satılıyordu. Gerçi oradaki uygulama Türkiye'dekinden biraz farklıydı çünkü Hackney'deki bir bakkalden 4,82 sterline aldığınız sigaranın aynısı Charing Cross Road'da bir başkasında 5,02 sterlin olabiliyordu.

Giritli ev arkadaşım, havalimanı gümrüğünde çalışan bir Rum arkadaşından kartonunu yirmi sterline tedarik ediyordu. Kime kaça satarsa. Gümrük'teki de kazanıyordu, ev arkadaşım da. Ben de ev arkadaşı olmanın nimetlerinden yararlanıyordum, maliyetine alıyordum kartonları.

Kalem namusudur yalan yazamam, gümrükten gelen bu İsviçre malı sigaralar Türk tütünüyle yapılmış sigaraların yerini tutmuyordu. Türkiye'ye tatile geldiğim her defasında, yakalanmadan gümrükten kaç karton geçirebileceğimin denemesini yapıyordum. Geçmiş zaman, sekiz karton geçirebilmiştim diye hatırlıyorum ama yazarlara güven olmaz, hikaye anlatmayı severler.

İngiltere'de kapalı yerlerde sigara içmenin yasaklanmasının ikinci günü ayrılmıştım o güzel ülkeden. Ondan sonra sadece bir kez gidebildim. Pub önü sigara sosyalleşmelerine ağız tadıyla tanık olamadım.

Evet tam sekiz gün oldu o meredi içime çekmeyeli. Biraz asabileştim sanırım, yerli yersiz kolay sinirleniyorum. Öğleden sonra, akşam üstüne doğru, nikotinsizlik iyiden iyiye bastırıyor, ellerimi dudaklarımda ve yüzümde gezdirmeye başlıyorum.

Biraz daha sabırlı olmaya ihtiyacım var. Hemen hemen bütün testleri geçtim. Ocakbaşında rakı keyfi yaptım, şarap eşliğinde film seyrettim, öğle tatilinde fosur fosur sigara içilen masalarda bulundum, üşenmedim, yirmi bir kat aşağı inip dostlarıma eşlik ettim, yine de elime sürmedim. Bir tek yazı testim kalmıştı. Defterimin yanında kül tablası, yazmaya başlamamla beraber dolardı. Sigara içmeyen yazar mı olurmuş?

Sosyal içici olabilmeyi isterdim. Fena mı olurdu, sadece öğle tatillerinde az şekerli bir kahveyle bir tane sigara tüttürmek. Belki haftasonları içki sofralarında biraz şımarıp sayıyı attırabilirdim. Yapamayacağımı biliyorum, elime bir sürdüm mü, günde en az on tane içeceğim.

Derlerdi inanmazdım, ağzımın tadı da yerine mi geldi ne? Sanki damağımda ve dilimde tat sinirleri ortaya çıktı. Belki de ben abartıyorumdur.

Arkadaşlarıma soracak olursanız ben hükümet yalakasıyım ve Başbakan dedi diye sigarayı bıraktım. Dört çocuk da yapar mıyım?