9 Mayıs 2011 Pazartesi

Hüdaverdi

Eskide kalmış Yeşilçam filmlerinde bahsetmeyeceğim size. Hüdaverdi, iki tekerlikli ilk bisikletimin markasıydı. Ne kadar bana ait olduğu tartışılır çünkü ilk sahibi ben değildim, satın da almadım. Benden on yaş büyük dayımın oğlunun bisikletiydi. Babamın başının etini yemiş olmam lazım, gerçi uslucuk bir çocuktum, ne surat asardım ne de mızmızlanırdım, içinden gelmiş de olabilir, bisiklet sorunumu dayımın oğlunun bisikletiyle çözmüştü.

Henüz bir yazlık sahibi değilken, her yaz dayımların Tekirdağ’daki yazlığına giderdik. O zamanlar Tekirdağ’ın dışında, İstanbul yolu üzerinde bir siteydi. Bir yamaca kurulmuştu ve evler denize inen bayırda sağlı sollu sıralanıyordu.

Dayımla babam bisiklet için el sıkıştıklarında üçümüz de balkondaydık. Dayım yol tarafına, denizi daha iyi gören yere oturmuş, babam da hemen yanında. Karşılarında da sarışın bir çocuk, sessiz sakin bir şeylerle uğraşıyor. Bu dediğimden yirmi seneden fazla zaman geçmiş ama babamın o her zamanki ‘müstehzi’ gülüşüyle dayıma dönüp bisiklet konusunu açışını hatırlıyorum. Belleğimde sadece o görüntü var. Dayım vücudunu değil, sadece yüzünü çevirmiş babamı dinliyor.

Dayım Babaeski’de garajda duran bisikleti vermeyi kabul etmişti. Günahını almayayım belki ‘lafımı olur tabii ki’ demiştir.

Selesinin deri kılıfı çözülmüş kat kat olmuş, garajda yediği nemden pas tutmuş, gök mavisi bisikletimi nasıl heyecanla getirmiştik Babaeski’den Edirne’ye. BMX markalı bisikletleri olan mahalle arkadaşlarımın yanında biraz sıradan kalmıştı ama ben sevmiştim Hüdaverdi’yi. Benim kuşağımın değil, bir önceki kuşağın bisikletiydi o ama karakteri vardı.

Sonraları bizim de bir yazlığımız olunca, bedenimin büyümesiyle beraber bisikletlerimin boyutları büyüdü ama hiçbiri Hüdaverdi’nin yerini tutmadı. Benim ilk aşkım, ilk göz ağrımdı o. Diğerlerini sadece ekmek ve gazete almak için kullandım, sonra bir kenara attım.

Uzun süre bisiklet sadece yazları kullandığım bir vasıta olarak kaldı. Hayatıma muhteşem dönüşünü Londra’da yaptı.

Londra’nın dümdüz, neredeyse hiç bayır olmayan yollarında, bisikletler için ayrılmış güzergahlarında hayatımın altın çağını yaşamıştı. Bisikletimi okul taksitlerimi öderken almıştım da iki aylık ulaşım giderimle amorti etmiştim bisikletin parasını.

İlk heves çok azimliydim. Yağmurlu havalar için su geçirmeyen, vücudumu boydan boya saran bir yağmurluk, zorunlu olarak kask ve gece sürüşlerim için fosforlu bir rüzgarlık almıştım. Yaz gelip havalar ısınınca çalıştığım ofise erken gider, pedal çevirmekten terlediğim için işyerinde duş alıp öyle işbaşı yapardım.

Hatta işyerinde Portekizli biri vardı, adını çıkaramadım, her gün yirmi kilometrelik yoldan bisikletle gelirdi. İşyerine vardıktan sonra da hazırlanıp işe başlaması iki saati bulurdu. Akdeniz iklimi İspanya’yı aşıp adamcağızı da etkilemiş olsa gerek, hiç kimseyi umursamaz yavaş yavaş hazırlanırdı.

Londra’da iki bisikletim oldu çünkü ilkini çaldırdım. Bir akşam iş çıkışı, bisikleti ofisten çıkardım, arkadaşlarım bu akşam takılalım dedi ve tekrar içeri sokmak zor geldiği için ofisin önündeki bisiklet parkına kilitledim. Pub dönüşü bisiklet gitmişti. Yerine orta karar bir yarış bisikleti aldım. Eh ne de olsa okul taksitlerim bitmiş, ulaşım giderini sıfırlamış, cebim biraz para görmüştü. Londra’yı terk edene kadar da onu kullandım, sonra da bir arkadaşıma bırakıp Türkiye’ye döndüm.

Bana bütün bunları Barclays Bankası’nın Londra’da başlattığı bir uygulama hatırlattı. Londra’nın çeşitli bölgelerine bisiklet durakları kumuşlar. İstasyon da diyebilirsiniz. Gerçi fazla da zaman geçmiş ama insan sevdiği şehri internetten takip edince bazı şeyleri maalesef kaçırıyor. Bu elektronik istasyonlardan kredi kartınızla bisiklet kiralayıp, ödünç aldığınız bisikleti dilediğiniz istasyonda bırakabiliyorsunuz. Günlük ücreti bir, haftalık yedi, yıllık isterseniz de kırk beş sterlin. Geç teslim ederseniz ya da bisiklete zarar verirseniz ceza ödemek zorunda kalıyorsunuz. Ödemeleri kredi kartıyla yaptığınız için denetimi de kartlar sayesinde sağlanıyor.
Aynı uygulamayı Paris seyahatimde de görmüştüm. Paris’te kullanmadım ama Londra’ya gittiğimde kesinlikle kullanıp eski günlerimi yad edeceğim.

Barclays Bankası da bu uygulamayla ne kadar çevreye duyarlı olduğunu gösterip müşterilerini gıdıklıyor.

Yok canım aynı şeyi İstanbul için de uygulasak ne güzel olur demeyeceğim. Bizim şehrimiz yedi tepeli.

1 yorum:

  1. Çok güzel yazı... merak ettim.. Resimdeki hüdaverdi satılık mı?..:)

    YanıtlaSil