6 Ocak 2013 Pazar

2013 ve Orhan Pamuk

Geride kalan yaz ayının sonlarına doğru, güneşin daha erken batmaya başladığı ve yazlık balkonunda yenen akşam yemeklerinde hırkasız oturulamadığı, sabah rüzgarının daha serin estiği, deniz saatinin kahvaltı öncesinden sonrasına alındığı yazlık haftasonlarından birinde, İstanbul'dan kitabımı getirmeyi unutmuştum.

Ablamla benim, yazlık evimizdeki odalarımız, annem tarafından kütüphaneye dönüştürülmüştü. Öğretmen okulundan, eğitim enstitüsünden ve gizlice dayımdan yürüttüğü kitapları, hem İstanbul'daki evimiz ferahlasın diye hem de başka bir yere vermeye kıyamadığı için buraya taşımıştı.

Benim odam, sadece çift kişilik bir yatağın sığabileceği büyüklükte... Başucumda da komodin ile dolap karışımı ahşap bir mobilya, yazlıkta kaldığım haftasonu için mayo, havlu gibi temel ihtiyaçlarımı karşılamak üzere, bu dar alan için uydurulmuş, yatak ile duvar arasına sıkıştırılmış.

Ama odaya girer girmez ilk dikkat çeken şey kitaplar. Çünkü yatağın hem başucunda hem de ayakucunda, pirinçle sabitlenmiş ahşap raflar üzerinde, otuz kırk yıllık kitaplar, kimisi odaya vuran sabah güneşi yüzünden solmuş, kimi de, kim bilir kaç şehir değiştirdiğinden, kapağı ve sayfaları yırtılmış... Konuşabilseler de, şimdi emekli bir edebiyat öğretmenine nasıl yardımcı olduklarını anlatabilseler.

Bu kitapların çoğunu annemin zoruyla okudum. O yüzden onlarla çok sıcak bir ilişkim olduğunu söyleyemem. Ama yine de, yazlıkta geçirdiğim tatillerde, yatağın üzerine çıkıp, içlerinden tekrar okumak istediğim bir kitap olup olmadığını düşünmeyi severim. Her seferinde de elim hiçbirine gitmez, yine kendi seçtiğim kitaplara dönerim.

Bu haftasonlarından birinde, kitap getirmeyi de unuttuğum için, Kritiçesin yoğun baskısıyla, odamdaki raflardan birinde duran Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ını okumaya başladım. Başta direnmedim değil, bunun sahil kitabı olmadığını, bu şartlarda okunamayacağını söylesem de, tam benlik bir kitap olduğunda ısrar edip kitabı okutmayı başardı.

Dürüst olmam gerekirse, Orhan Pamuk önyargımda Engin Ardıç'ın payı olabilir. Çünkü birkaç yazısında Orhan Pamuk'un bir üslup sahibi olmadığını, dilinin akıcılıktan uzak ve kazandığı bu uluslararası şöhretin, İngilizce çevirilerinin başarısından kaynaklandığını yazmıştı. Londra'da yaşarken annem, Orhan Pamuk'un "İstanbul, Hatıralar ve Şehir" kitabını göndermişti de, biraz okuduktan sonra sıkılmış, bitirememiştim. Belki sonrasında, bu adamda üslup yok diye küstahlık bile yapmışımdır, hatırlamıyorum.

Dediğim gibi, yazlıkta rüzgar artık serinlemiş, evler de boşalmıştı. Denize girdiğimiz yerde bir biz, bir de elli yaş üzeri iki çift vardı. Rüzgar, hem kitabın sayfalarını uçuruyor hem de kum fırtısına sebep oluyordu. Bunlardan korunmak için şezlongun baş tarafını kaldırıp rüzgarın yönüne doğru çevirmiştik.

Bütün bu mücadeleyi yapma nedenim kitabın kahramını olan Galip'i kendime yakın hissetmemdi. Kitaptan birkaç bölüm okuyor, sonra denize girip, yüzerken kitap üzerine düşünüyordum. Kitabın kurgusundaki hayal ve gerçek beni esir almıştı. Ablamın anneme doğumgünü hediyesi aldığı ve içine de sevgi dolu bir not yazdığı Can Yayınları'ndan çıkan baskısını birkaç günde bitirdim.

Araya sonra başka kitaplar, başka koşuşturmalar girdi. Geçtiğimiz günlerde Kritiçes, sanki Orhan Pamuk'u bana damardan beslemek istercesine, "Manzara'dan Parçalar, Hayat, Sokaklar, Edebiyat" kitabını hediye etti.

Bir yazarı tanımak ve onu derinlemesine anlamak için öncelikle eserlerini okuyup sonra biyografisini okumanın daha iyi olacağını düşünmüşümdür. Açıkçası bu kitaba da önce başlamak istemedim bu sabit fikrim yüzünden. Ama bazı bölümler, özellikle Kara Kitap ile ilgili olanları o kadar merak ediyordum ki kayıtsız kalamadım.

Kitaplarıyla ilgili bölümler, ama daha çok, yazma şekliyle ilgili anlattıkları bana oldukça yol gösterici oldu. Örneğin, rutinini oluşturan, yattığı, yemek yediği evde yazamadığını çünkü yaratıcılığını öldürdüğünü, bu sebeple çalışmak ve yazmak için bir 'yazıhanesi' olduğunu, işe gider gibi, buraya gittiğini ve on saate yakın çalıştığını ve yazdığını ifade etmiş.

Geçtiğimiz haftalarda diğer favori yazarlarımdan biri Hasan Bülent Kahraman, her yıl bir yazar seçip, o yıl içinde, yazarın bütün kitaplarını okuduğunu yazmıştı. 2012 yılının yazarı Milan Kundera'ymış ama bu yıl için henüz bir yazar seçmediğini söylüyordu.

Ben de bundan esinlenip 2013 yılı için kitapları okunacak yazar olarak Orhan Pamuk'u belirledim. Acaba kitaplarını yayın sırasına göre mi yoksa kafamın estiği şekilde mi okumalıyım?

1 yorum:

  1. bende düşündüm bunu ancak konusu itibari ile ilgimi çekecek olandan başlamayı uygun bulmuştum

    YanıtlaSil