24 Ocak 2011 Pazartesi

Memur çocuğu

Eve gelirken aklımda “29 Ocak AKP’ye içiyoruz’ etkinliğiyle ilgili bir yazı vardı. Bu ‘etkinliğe’ katılacak insanların özgürlük ve demokrasi anlayışlarını irdeleyip bir şeyler karalayacaktım ama akşam seyrettiğim bir film yazı konumu değiştirdi.

Digiturk’un Festival kanalında Ricardo Trogi’nin 1981 isimli filmini seyrettim. Yönetmenin on bir yaşındayken taşındığı mahallede yaşadıklarını anlattığı otobiyografik bir film. Ricardo’nun ilk platonik aşkını, annesine ve babasına söylediği yalanları, yeni bir arkadaş çevresi edinmek için ‘playboy getiririm’ ayağına yatıp arkadaşlarını oyalamasını, kısacası küçük bir çocuğun dünyasını keşfediyorsunuz.

Ricardo’nun Walkman almak için gösterdiği çaba beni yıllar öncesine götürdü. İlkokul beşinci sınıfta, Anadolu Lisesi sınavlarına hazırlanmak için okulumun kursuna gidiyordum. Dersane hayatıma girmemiş, mutlu bir çocukluk geçiriyorum. Acaba o yüzden mi yazar olamadım?

Haftasonları günde beş saatten Matematik, Türkçe, Coğrafya ve Tarih derslerini okuyorduk. Sınıfta herkes birbirini tanımasa bile bilirdi çünkü herkes aynı ilkokula gidiyordu. Kimimiz sabahçı kimimiz de öğlenciydik.

Sanki herkes sınav için değil de futbol oynamak için gelirdi kursa. İkinci teneffüs yirmi dakika diğerleri on dakikaydı. Dün gibi aklımda, sibobun bulunduğu kısmı basık, oynaya oynaya havası kaçmış, siyah çizgili lacivert bir plastik topla her teneffüs maç yapardık. Bir sene boyunca hep aynı topla oynamamışızdır ama nedense bu top belleğimde yer etmiş.

Sınav yaklaştıkça Anadolu Lisesi’ni kazandığım takdirde annem ve babamdan talep edeceğim hediyelerin listesini yapmaya başlamıştım. Birinci sırada da o zamanlar çok popüler olan Reebok’ın ‘pump’ ayakkabısı vardı. Dilinde basketbol topu şeklinde bir balon, bastıkça dilindeki kulakçıkları şişerdi. Ayakkabıyla ayağın arasına sıkışan kulakçıklar da bileğin burkulmasını önlerdi, ya da ben öyle inanırdım.

Listeye kaykay ve bilgisayar da yazdığımı hatırlıyorum ama on maddelik listenin diğerleri neydi, çıkaramadım.

Yağmurlu bir haftasonu, şu anda en iyi dostlarımdan biri olan, o zaman için çok samimi olmadığım Ahmet, ayağında gıcır gıcır ‘pump’larla gelmişti okula. Yeni olduğuna eminim çünkü çocuk aklı daha önce giyse fark ederdim.

Yağmur çamur demeden yeni ayakkabılarıyla futbol oynamıştı da memur çocuğu ben bunu nasıl yapabildiğine akıl sır erdirememiştim. Haftalar geçti, sınavı kazandım, benim de ‘pump’ ayakkabım oldu ama uzun süre sadece evde giydim. Listedeki diğer hediyeler maalesef alınmadı tabii ki.

Paranın hesabını bilmemem ve çatır çatır harcamam da heralde ufakken yaşadığım ‘pump travması’ndan kaynaklanıyor.

Bu yazıyı memur çocuğu olmayan anlamaz. Anlar da anlamaz!

2 yorum:

  1. Üretkensiniz bu aralar sayin blogger, böyle devam. 20 senede bir hata olur bence, paranin degerini bilmemenin suclusu o yavrucak olamaz :D

    YanıtlaSil
  2. o yavrucak sütten çıkmış ak kaşık değil. beynimin dehlizlerinde kim bilir daha neler var.

    YanıtlaSil