13 Şubat 2011 Pazar

Reklamını yerim senin

Uzun zamandır bu konu hakkında yazmak istiyordum, kütüphanemin rafında duran Martin Mayer’in ‘Madison Avenue’ kitabını okuduktan sonra yazacaktım ama araya başka kitaplar girdi henüz okuyamadım.

Hürriyet Pazar’da Yavuz Turgul ve Jeffi Medina ile yapılmış röportajı okuyunca yazıya oturdum.

2007 yılının başında Londra’dan ‘yazar olma’ hevesiyle ‘mukaddes topraklara’ döndüğümde bir arkadaşımın sevgilisi sayesinde reklam ajansında ‘stajyer metin yazarı’ olarak işe başladım. Stajyer olmama hiç kafayı takmadım, çaycı olarak başla bile deseler balıklama atlayacaktım işe. Ne de olsa kalemime ve yaratıcılığıma güveniyordum, kısa zamanda kendimi kanıtlayacağımı düşünüyordum.

Düşünüyordum çünkü Londra yılları boyunca buradaki insanların suratsızlığını ve sevimsizliğini unutmuşum. Çalıştığım üç ay boyunca kendi departmanımda beraber çalıştığım insanlarla doğru düzgün iletişim kuramadım. ‘Ufak dağları ben yarattım’ havaları, ‘çok yoğunum, seninle ilgilenemem’ pozları şimdi bile düşününce sinirimi bozuyor. Örneğin bunlardan bir tanesi Odtü’den terk olduğunu söylemiş ama İngilizce metni bana çevirtmişti. İngilizce bilmiyormuş. Yahu Odtü’ye sadece çay içmeye mi gidiyordun diye soramamıştım tabii.

Bu insanlardan sıkıldıkça sık sık binanın en üst katına çıkar sigara üstüne sigara içerdim. Sadece bu katta sigara içilebildiği için ‘tütün kardeşliği’ peşindeydim. Bu ‘tıknefes’ olma girişimlerinden birinde, sonradan başka bir departmanda metin yazarı olduğunu öğrendiğim biri çok sigara içtiğim için beni uyardı ve sağlığım için zararlı olduğunu söyledi. Ben de ona müstehzi bir şekilde ‘muhakkak’ dedim. Verdiğim cevap karşısında adamın gözleri parladı, ne iş yaptığımı öğrenince beni koruması altına aldı ve beraber çalışmaya başladık.

Ancak bana oldukça garip gelen bir özelliği vardı, kitap okumuyordu. Gerekçe olarak da üslubunun bozulmasından endişe ettiğini söyledi. Ne sosyolojik, ne antropolojik ne de edebi bir tartışmaya girmedim onunla. İki ay boyunca bazı müşterilerin uçuk fikirler üzerine kurulu ‘brief’leri için çalıştık, benim hiçbir metnimi ve görsel konseptimi beğenmedi. Sıkıldım, bir akşam ajanstan çıktım, bir daha da geri dönmedim.

Kendimce çok büyüttüğüm, yere göğe sığdıramadım reklamcıları da ossaat kafamda tanrı seviyesinden insan seviyesine indirdim.

Yavuz Turgul Hürriyet’teki röportajında sıra dışı olmanın, sıra dışı işler yapmanın marjinal kılık kıyafetle, gösterişle, göz boyamakla olmadığını yıllar önce keşfettiğini söylemiş.

Keşke bankacısı da reklamcısı da kaportacısı da muslukçusu da aynı şeyi, yenilikçi olmanın, farklı fikirler yaratmanın ne kıyafetle, ne yaşla ne de makamla ilgili olduğunu öğrenebilse.

2 yorum:

  1. Sana katılıyorum, keşke öğrenebileselerdi keşke...
    Ancak bunca zamandır öğrenememişler bundan sonra öğrenebileceklerini hiç sanmıyorum. Ben bu konuda senden daha karamsar düşünüyorum.

    YanıtlaSil
  2. Sanırım haklısın, değişen birşey yok. Ama farklı fikri olan veya olduğuna inanan insanların biraz daha inatçı olması ve bunun için mücadele etmesi gerekiyor. Ben yine de enseyi karartmayacağım...

    YanıtlaSil