1 Kasım 2010 Pazartesi

Ecekent


Paris’e bu ikinci gelişim. Bu seferkiyle kıyaslayınca ilk gelişim oldukça ‘yüzeysel’ geçmiş. İlkindeki amacım Engin Ardıç’ın Londra’yı neden hiç sevmediğini, Paris’e de delice tutkun olduğunu anlamak içindi. Altı sene oluyor sanırım ilk seyahatim gerçekleşeli, şimdi bilincine varıyorum biraz hışırmışım.

Bu gezime başlamadan önce yeni keşfettiğim (bu satırların naçizane yazarının alnında bir kara lekedir) Hasan Bülent Kahraman’ın ve tabii ki Engin Ardıç’ın Paris yazılarını internetten bulup bir kez daha okudum.

Bir de, belki de en önemlisi Enis Batur’un “Paris, ecekent” kitabıydı. Bu kitap sadece Paris için yol gösterici olmadı, aynı zamanda blog yazılarımın biçimi konusunda da bana ilham kaynağı oldu. Buradaki yazılarımı daha uzun yazmayı isterken, bu kitaptaki kısa ve şiirsel yazılar benim de bazen burada aynı şeyi uygulayabileceğimi düşündürdü. Ne haddime, Enis Batur’la kendimi kıyaslamıyorum. Kendini kanıtlamış bir şair ya da yazar değilim.

Elimde bu muhteşem kitap, St Michel Bulvarı’na bakan Tabac de Sorbonne’da otururken arkadaşımdan bir mesaj geldi. “Mutluluğun resmini çizebildin mi” diye soruyordu. Ertesi akşam Dil’le yiyeceğim akşam yemeğini düşündüm. Yüzümde beliren ifade kahvenin köşesinde oturan hanımın da dikkatini çekmiş olacak garip şekilde baktı bana sonra da gözlerini kaçırdı.

Garson espressomu getirdi, kahveyi masaya koyduktan sonra önce kitabın kapağını sonra da yolu işaret ederek fotoğrafın buraya ait olduğunu söyledi. Fransızca bilmediğim için emin değilim, mimiklerinden öyle anladım.

Espressomdan bir yudum aldım, sigaramı yaktım, Ecekent’i okumaya devam ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder